ŞİRKETLER İÇİN CHECK-UP ZAMANI

COVID – 19 salgınının hızla yayılmaya devam ettiği günümüzden sadece dört ay öncesine döndüğümüzde bir virüs salgını beklenmiyordu. Fakat 2008 yılında yaşanan ekonomik krizin finansal yansımalarının bir türlü düzene girmemesinden dolayı ise en azından birkaç yıldır iş dünyasında gergin bir bekleyiş artarak devam ediyordu. Parasal genişlemelerle söndürülen kriz sürecinde Merkez Bankalarınca enjekte edilen onca para, kriz sonrası negatif faizle bile değerlendirilse de piyasada kalmaya devam ediyordu.

Ve sonunda pek dillendirilmek istenmeyen olası ekonomik kriz, örneğin şirket varlıklarında çöküntüye yol açacak virüsü de içeren yıkıcı bir siber saldırı sonucu değil de, Çin’de ortaya çıkan Coronavirüs salgınının tetiklemesiyle kapıdan içeri girdi. Hayatın her alanında yaşadığımız ‘kaygı duyulan ama bir karşı aksiyon da alınmayan olası tehlike’ bir kez daha olumsuz etkileriyle başımıza geldi. Hem de iki bilinmeyenli denklem halinde…

2008 krizi esas itibariyle finans sektörü krizi iken; COVID -19 virüsünün başlatıcı ve hızlandırıcı etkisindeki 2020 krizi reel sektör kaynaklı bir kriz olarak ortaya çıktı. Kriz, önce tedarik zinciri sorunlarından kaynaklı arz ve sonrasında salgının yayılmasıyla daha da trajik sonuçlara yol açmakta olan talep yetersizliklerine yol açtı. Bu durum ise, reel sektör krizinin üzerine bir de finansal krizi ekledi. Böylece, bilinmeyen sayısı daha da arttı.

Şimdilerde içinde bulunulan bu zorlu sarmaldan kurtulmak için dünya ekonomisi otoriteleri var güçleriyle çalışmaktalar. Alınmakta olan kararlar virüs yayılımının tepe noktasına – ekonomik krizin de dip noktasına – ulaşıldığının görülmesiyle daha etkili hale gelebilecek ve bu noktadan sonra çok büyük ve kalıcı yaralarla da olsa bir geri dönüş momentumu başlayacaktır.

Türkiye, makro ekonomik göstergeler esas alındığında, gelişen ülke kategorisinde yer almaktadır.  Ülkemizin yaklaşık 100 yıla uzanan tarihine baktığımızda, ortalama 6-7 yılda bir ekonomik krize maruz kalmakta olduğunu görürüz. İlginçtir, ekonomik anlamda dünyanın en gelişmiş ülkesi olan ABD de yukarıda belirttiğimiz  kriz ortalamaları rakamlarında ülkemizle birebir aynı kaderi paylaşmaktadır. Bu durum şaşırtıcı gibi gözükse de, bizim de içinde yer aldığımız ve dünya genelinde uygulanan piyasa ekonomisinin doğasından kaynaklanır. Yani; dalga etkileriyle sistemik büyüme ve kriz… Sonra yine dalga etkileriyle sistemik büyüme ve kriz… Yapının tekrarlayan ve döngüsel bir karakteristiği olduğu görülmektedir.

Piyasa ekonomisi sisteminde, önce 6-7 yıl kesintisiz bir büyüme dönemi ve sonrasında yaşanan süreçte biriken ve halının altına süpürülen içsel ve dışsal sorunların etkileriyle düzeltme yani kriz dönemi takip etmektedir. Krizin şiddeti ve alınan önlemlerin yerindeliği ölçüsünde krizin etki düzeyi sosyo-ekonomik yaşama yansımaktadır.

Aslında, krizler masumdur, kesinlikle sebep değil bir sonuçtur; ertelenen, göz ardı edilen, çözülmeyen sorunlar nedeniyle artan faturayı haber vermek zorunda kalırlar… Ayrıca, krizler faydalıdır çünkü genel ekonomi ve şirketlerdeki otoriteleri fatura artmadan önlem alınmaya zorlar. Eski saraylardaki soytarılardan ilham alan bazı ‘soytarılarca’ karar vericilere etki edilerek geciktirilen kararların daha hızlı alınmasını sağlar.

Bu girizgâhtan sonra esas konumuz olan tüm bu yaşanan krizlerin ekonomik hayatın baş aktörleri olan şirketlere etkisine gelirsek…

Sonuç bölümünde yer verdiğim önerilerime ulaşabilmek için yıllar itibariyle yayınlanan ‘en büyük 500 şirket’ sıralamalarını esas aldım. ABD’de 64 yıldır yayınlanan Fortune 500 ile Türkiye’de 25 yıldır yayınlanan ISO 500 ve 20 yıldır yayınlanan Capital 500 listelerinde yer alan şirketlerin yerlerini koruma, liste dışı kalma ve yükselme / listeye girme nedenlerini analiz ettim.

Bu analiz sonucu açıkça görülmektedir ki; listede kendilerine yer bulabilen her 10 şirketten 8’inin listede kalıp/kalamama nedenleri çok net ve açıktır:

  • Liste Dışı Kalan Şirketler: Bu kategorideki şirketler, ilk baştaki iş modeline pek sadık kalmayıp gelişim potansiyellerinin çok üzerinde borçlanıyorlar ve şirket satın almaları yoluyla agresif büyüme trendi yakalamaya çalışıyorlar. Sonrasında bazıları ilk krizde bazıları ise çekirge misali yeni krizlerle birlikte ya tasfiye oluyorlar ya da varlık satışlarıyla küçülerek mutlaka liste dışı kalıyorlar.
  • Listede Yerini Koruyan ve Yükselen Şirketler: Ekonomi ve işletmelerin gerçeklerine uygun sürdürülebilir büyüme ve karlılığı esas alan bir iş modeli ve üst yönetimin yüksek düzeyli performansıyla birlikte her koşulda faaliyetlerine başarıyla devam ederek krizlerde ortaya çıkan fırsatlardan da yararlanıyorlar. Şirket satın almalarını da bu kapsamda değerlendiriyorlar.

Geri kalan 10 şirketten ikisi ise, ya içinde bulundukları sektörden kaynaklı durumlar, ya imtiyazlı hale gelme/imtiyazın sona ermesi, ya da yıkıcı bir teknoloji yaratma/rekabetine maruz kalma gibi nedenlerden dolayı listelere girebiliyor veya çıkabiliyor.

Sonuç olarak, yukarıdaki değerlendirmeleri dikkate aldığımızda, sürdürülebilir başarı arzulayan bir üst yönetim öncelikle işletmelerinde bir check-up (Mevcut Durum Analizi) yaptırarak ise başlayabilir. Bu çalışmalardan elde edilecek güvenilir veri setiyle piyasa koşullarına, işletmelerin potansiyel ve kaynak yapılarına uygun etkin ve ekonomik bir dijital yapıyı barındıran ve uzun vadeli sürdürülebilir büyüme & karlılığı sağlayacak bir iş modeli hayata geçirebilir. Bu yeni/yenilenmiş model stratejik hedeflere ulaşmada üst yönetimin en büyük yardımcısı olacak ve şirket faaliyetlerinde rekabet avantajı yaratacaktır.

Bülent Hasanefendioğlu